webnovel

İLK SESLENİŞ

Gökyüzündeki pamuksu beyazlıktan sızan güneş ışınları Mia' nın karanlık odasını aydınlatıyordu. Saat henüz 6.34 ve gün yeni aydınlanmıştı, Veddel sokaklarında. Dışarıdan günün başladığını bildiren cıvıltılar Mia' nın uyandıktan sonra duyduğu ilk sesler olmalıydı ama Mia' nın duyduğu sesler onu hayrete düşürebilecek türdendi. Ardı gelmeyen bu sesler, Mia' ya onun, uyku sersemi olduğunu ve lavaboya giderek yüzünü yıkaması gerektiğini düşündürdü. Lavaboda yüzünü yıkamakla birlikte içindeki o tarif edemediği hissi atamadığı için, sıcak bir suyun bünyesini rahatlatabileceği fikri aklında belirmişti.

Önce kırmızı halkalı su vanasını çevirdi ve içine girebilecek bir sıcaklık ayarlarcasına mavi çizgili vanayı da açtı. Su, küvete dolarken üzerindeki geceliği çıkardı ve katlayarak banyodaki havlu rafına koydu. Ardından kabine doğru yöneldi ve hemen yan tarafında bulunan raftan aldığı ilacı suyu köpürtebilmek amacıyla suyun içine boşalttı. Artık küvete girmek için hazır olan Mia, ayağıyla su sıcaklığını bir defa daha kontrol edercesine bir hamle yaptı. Her şey tam arzu ettiği gibiydi.

Ayaklarını küvetin doğrultusu boyunca yavaşça uzattı ve artık sadece boynu ve uyandığında duyduğu seslerin ne olduğunu anlamlandıramayan başı dışarıdaydı. Mia, suyun içerisinde uzun bir süre hareketsiz kaldı. İçindeki bu kötü hissin sabah duyduğu sesler ile bir ilgisi var mıydı? Üstelik ne tarz bir ses olduğuna da karar veremiyordu. Batıl şeylere inanmadığı için filmlerde duyduğu hayalet seslerine anımsamasına rağmen, buna imkân veremedi.

Mia' nın parmak uçları ve tabanları suyun içinde uzun bir süre bulunduğundan dolayı derisinin altına sızan su, kendine yer bulmak istemiş fakat parmak uçları ve ayak tabanlarında bulunan kalın deri, suya yer veremediği için yapısı gereği bu bölgeler bir süre sonra eğilmiş ve büzülmüştü. Kafasını yavaşça kaldırdı. Suyun sıcaklığının etkisinden dolayı vücudu çok yumuşamış ve oldukça yavaş hareket eder bir hâl almıştı. Ellerinin tıpkı yaşlı bir insanın ellerine döndüğünü düşündü. Artık sudan çıkması gerektiğinin farkındaydı.

İçindeki karamsar havadan kurtulamamıştı fakat içinde bulunduğu sıcaklığı bırakıp küvetten dışarı ayağını attığında, aniden kaybettiği sıcaklık ile kendine gelmiş ve aslında sabah bir kâbus görmediğini, uyanmasına sebep olan şeyin bu sesler olduğunu idrak edebilmişti. Vücudu, hala sıcaklık kaybediyordu. Hissettiği soğuk, Mia' yı tekrar kendisine getirmiş ve banyo kapısının arkasında duran bornozu giymesine bir neden olmuştu. Eline aldığı havlu ile ıslak saçlarını iyice sardı ve hissettiği bu karamsarlıktan kurtulurcasına vücudundan akan köpüklü su damlalarını üzerindeki bornoza silmeye başladı.

Aynanın karşısına geçerek kendine baktı. Sabah duyduğu seslerin aslında kâbus olmadığını ve aklına takılan bu sorunun cevabını bulduğu için normalde rahatlaması gerektiğini düşünüyordu fakat gözlerinden hâlâ kendisini içine alan karamsarlığı görebiliyordu. Bir süre baktı aynaya. Bu sabah için haddinden fazla zaman öldürdüğünün farkındaydı. Ama bunu yapması, onu rahatlatıyor ve dinlendiriyordu. Bu, yedi dakika önce çıktığı duştan daha iyi gelmişti.

Mia, kendisini içine çağıran karamsarlığa bakarken vücudu istemsizce titremeye başlamıştı artık. Vücut sıcaklığı yeterince düşmüş ve üşüme hissi bedeninde yayılıyordu. Soğuk, Mia' yı bir kere daha kendine getirdi. Fazla zaman kaybettiğini hatırladığı an üzerindeki uyuşukluğu bir kenara bıraktı ve gitmesi gereken bir işi olduğundan dolayı, omuriliğinin ortasına kadar uzanan siyah saçlarını kurutmak için, hemen fön makinesini eline alarak aynanın altında gizlenmiş olan prize taktı. Makinayı önce orta sıcaklığa ayarlayarak neredeyse kurumak üzere olan saçlarını tam anlamıyla kurutuyordu. Saç diplerini yakmak istemediği için başında tek tük kalan nemli yerlerin hazırlanırken kendiliğinden kuruyacağını düşündü.

Banyodaki su buharı, sıcaklık değişimi nedeniyle banyo fayansları üzerinde yoğuşmuş ve küçük damlalar oluşturmuştu. Mia, banyo kapısını açtı ve içinde bulunduğu sıcak su buharından kendini evin soğuk atmosferine bıraktı. Soğuk... Neden ona bu kadar iyi geliyordu? Mia, yatak odasına doğru yöneldi ve aklına gelen bu sorunun cevabını ararken bir yandan da hazırlanmaya devam etmeliydi.

Odasına vardığında her sabah olduğu gibi kalkınca pencereyi açmadığını fark etti. Odasını o kasvetli ve havasız ortamdan kurtarırcasına penceresini açarak sadece sağ ve sol üst köşelerden hava girebilmesine imkân verecek şekilde bıraktı. Ağustos ayının ortaları olmasına rağmen yaşadığı şehir olan Hamburg, sıcak sayılamazdı. Dolabını açtı ve beyaz bir sweat aldı. Ardından dolabın alt tarafında bulunan sürgülü askılığı çekerek siyah pantolonlarından birisine elini attı.

Pencereden oda içerisine dolan Mia için soğuk ve temiz denilebilecek oksijen, yatak odasının havasını değiştirmekle birlikte Mia' yı neredeyse kendine getirmişti. Mia, üstünü giydikten sonra aynalı dolabının önüne geçerek yüzüne birkaç vuruşla pudra sürdü. Saçlarını, dolabın üstünden aldığı lastik tokayla at kuyruğu yaparcasına topladı. Çok geç kaldığının farkındaydı. Daha fazla vakit kaybetmeden binanın ikinci katına açılan kapıya yöneldi. Kapının hemen dibindeki askılıktan deri ceketini aldı ve askılığın altındaki dolaba koyduğu ucu sivri denilebilecek bir şekle sahip olan topuklu siyah ayakkabısını giydi.

Gece yatmadan önce kilitlediği kapıyı açarak kendini apartmana attı. Çalıştığı işe yetişebilmesi için acele etmesi gerekiyordu. Hemen kenara koyduğu çantasını aldı ve giydiği topuklular ile apartmanda hızlı adımlarla merdivenlerden inerken tüm apartmanda Mia' nın inişi yankılanıyordu. Bina kapısını açarken, bir anda evinin kapısını kilitlemediği aklına geldi. Fakat bunun için vakit yoktu. Hatta kahvaltı bile yapamamıştı.

Binadan çıkan Mia, ayaküstü yiyebileceği bir şey alabilmek için hemen yolun karşısında bulunan fırına yöneldi. Bay Gerfried' in işlettiği dükkanın kapısını açar açmaz burnuna gelen sıcak poğaça kokularıyla Gerfried' in tıpkı adı gibi yaptığı yiyeceklerin de insana huzur verdiğini düşündü. Kapıyı açması ile kapının çarparak üzerinde sallandırdığı zil sesi, tezgâhta hamur ile uğraşan Gerfried' i, kapıya doğru döndürdü.

"Günaydın Bayan Mia. Üç gündür göremiyorum sizi. Tam zamanında geldiniz. Sevdiğiniz kaşarlı poğaçayı fırından şimdi çıkardım." dedi. Mia, hoş bulduk dercesine kafasını yukardan aşağıya doğru bir kere salladı ve "Günaydın. Kusura bakmayın, çok geç kaldım. Biraz acelem var." dedi ve sözünü bitirememişçesine göz bebeğinin içine sızmış olan atamadığı karamsarlık parçasıyla Bay Gerfried' in gözlerine baktı. "Tabi tabi. Sorun değil. Buyurun." dedi Bay Gerfried, elindeki poğaçayı Mia' ya doğru uzatırken.

Mia, teşekkür ederek çantasından çıkardığı parayı Gerfried' e uzattı. İyi günler dedikten sonra dükkândan ayrılmak için kapıya yöneldi. Oturduğu sokağa açılan kapıyı araladığında iki saniye duraksadı ve Bay Gerfried' e dönerek "Çırağınız hasta mı? Normalde her uğradığımda beni karşılardı." dedi.

Sinirlenen Gerfried, ses tonunu ayarlayamayıp biraz yüksek bir sesle "Bilmiyorum. Bana haber vermeden hangi cehenneme kaybolduysa iki gündür ulaşamadım. Onun yüzünden bugün dükkânı gece saat üçte açmak zorunda kaldım. Neden sordunuz?" demesiyle bağırdığının farkına vardı. Mia cevap verdi. " Göremeyince merak ettim. Neyse. İyi günler Bay Gerfried!"

Bay Gerfried' in o sıcak ve taze ekmek kokusuyla dolmuş dükkanından çıkan Mia, aldığı kaşarlı poğaçayı elinde tutmakta zorlanıyordu. Poğaça içine konulan kahverengi kâğıt torbadan bütün sıcaklığını Mia' nın ellerine aktarıyordu. Havanın soğuk olması ile birlikte gelen bir meltem rüzgârı, Mia' nın yüzünü hafifçe okşuyor ve elindeki poğaçayı yiyebilmesi için biraz soğutuyordu. Mia, işe geç kaldığı için otobüs bekleyemeyeceğini düşündü ve metroya binmek için istasyona yöneldi.

Duvarın içine gömülmüş olan makinadan trene binebilmek için bir haftalık bilet aldı ve bileti çantasına atarak merdivenlerden çıkmaya başladı. Trenin geldiğini trenin raylarla yaptığı sürtünme sesinden anlayabiliyordu. Merdivenlerden biraz daha hızlı bir şekilde çıkmaya çalıştı. Ayağındaki bu topuklular ile bu şekilde yürümek onun için gerçekten zordu. Topuklu ayakkabı giymekten hiç hoşnut olmazdı fakat bir asistan olduğu için giymesinin daha doğru olacağını düşünüyordu. Kafasını kaldırıp merdivenin sonuna baktığında trenden inen yolcuların merdivenlerden üzerine doğru geldiğini gördü.

Bir yandan elindeki poğaçayı tutarken bir yandan da omzuna astığı çantasını, düşmemesi için sıkıca tutarak üzerine gelen kalabalığı geçti ve kapanmak üzere olan kapıya aldırış etmeden trene bindi. Trene bindiğinde derin bir nefes almıştı. Vagonun tam arka köşesindeki boş koltuğa oturarak cam kenarına iyice yaklaştı. Hareket halinde olan trende, sabah güneşinin Alster kanalı üzerinde tıpkı bir yakamoz edasıyla sergilediği görüntüye dalmıştı.

Mia, sabahları bu ortamı izlemeye bayılıyordu. Hamburg' da bu denli güneş görmek gerçekten çok sık rastlanan bir durum değildi. Genelde yağmurlu bir havaya sahip olan Hamburg, güneşin etkisiyle güzel bir gün olabileceğinin sinyallerini veriyordu. Mia, gözlerini bu eşsiz manzaradan ayırmadan elindeki hafif soğumuş olan poğaçadan bir parça kopardı ve ağzına attı. Biraz soğumasına rağmen içindeki kaşar hala sünüyor ve hala fırından çıktığı ilk anki tazelikle kokuyordu.

Mia, bir anlığına kendisinin Bay Gerfried' in dükkanında olduğunu düşündü. O sırada, Alster kanalını geçmiş olan tren, Eppendorf durağına varmasıyla çalan durak anonsunun hayal aleminden kopardığı Mia, çantasını alarak hemen kapıya yöneldi. Kapının üzerindeki yeşil düğmeye basarak kapıyı açtı ve elindeki poğaçadan direk bir ısırık aldı. Durak ile çalıştığı hastane arasında az bir mesafe vardı. Merdivenlerden inerek bisiklet yolunun kenarından yürüyordu. Sabahın erken saatlerinde bisiklet ile işe giden insanların kırmızı ışıktan geçmesini beklerken iyice soğumuş olan poğaçasını iki lokma alarak bitirdi ve poğaçanın yağlı kağıdını, bisiklet lambasının yanında duran çöp kutusuna attı. Ardından yayalar için ışığın yandığını görünce yoldan karşıya geçerek arkasında bıraktığı köprünün sol tarafında çalıştığı hastaneyi görmüştü.

Hastaneye vardığında acele edercesine döner kapıdan geçerek hemen eksi ikinci katta bulunan morg bölümüne gitmek için asansöre bindiğinde, eksi ikinci katın düğmesinin basılı olduğunu gördü. Genelde bu saatlerde asansöre yalnız binerdi fakat alışıla gelmişin aksine, bu sefer asansörde genç ve karizmatik bir adam vardı. Asansör morg katına ulaştığında adam Mia' ya öncelik tanırcasına elini açılan kapıya doğru uzattı. Mia, "Teşekkür ederim." diyerek asansörden indi ve sağ dönerek morga doğru yürümeye başladığında duyduğu ses ile duraksamıştı. "Mia!". Arkasında asansörde gördüğü adam vardı. "Bana mı seslendiniz?" dedi Mia. Adam anlamsız bir ifadeyle Mia' nın yüzüne baktı. "Şey, ben seslenmemiştim ama... Sizde burada çalışıyorsunuz sanırım." dedi karizmatik adam.

Mia, "Daha önce sizi burada görmemiştim. Yeni mi başladınız yoksa?" dedi, meraklı gözlerini adamın masmavi gözleri ile buluştururken. "Bugün başladım işe. Adım Engin. Bomba nedeniyle polis yolları kapatmış. Arabayla Eppendorf' a gelebilmek için Habbanof tarafından dolanmak zorunda kaldım. Bu yüzden geç kaldım biraz" dedi adam. Hamburg' ta ara sıra ikinci dünya savaşı sırasında atılıp denize düşen ve patlamayan bombalar bulunabiliyor ve polis, önlem için yolları kapatabiliyordu.

Mia, hafif bir şaşkınlıkla "Bende morgda çalışıyorum. Adım Mia. Seslendiğinizi sanmıştım ama neyse. Bu arada hangi bölümde çalışacaksınız?" diye sormasıyla arkasından geçen Dr. Klaus' un "Mia Leichman, benimle geliyorsunuz hemen." diye bağırması bir olmuştu. Egin ile konuşan Mia, Engin' in yüzündeki o ürpermiş havayı görebiliyordu. Engin Mia' nın, verdiği tepkiyi anladığını düşündü ve bu nedenle bir kötü hissetmişti. "Gitmem gerek. Görüşürüz." diyen Mia, doktorun peşine takılarak koridorun kasvetli havası içerisinde kayboldu.

Dr. Klaus, arkasındaki Mia' ya geç kaldığı için kızarcasına "Bu sabah saat 5 civarında 2 ceset getirildi. Üzerlerinden kimlik çıkmamış fakat evlerinde ölü olarak bulunmuşlar. Komşuları kardeş olduklarını doğrulamış. Büyük olan 19 yaşında küçük ise 17 yaşına yeni girmiş. Büyük olan kan kaybından ölmüş gibi duruyor. Mutfakta yerde duran ekmek bıçağı ile boğazı kesilmiş. Bir cinayet olabilir belki fakat küçük olan çocuğun nasıl öldüğü bilinmiyor. Hemen hazırlan ve Otopsi salonuna geç." Mia, doktoru onaylayarak giyinmek için soyunma odasına geçti ve üzerine hemen mavi önlüğünü geçirdi. Ardından hastane terliklerini giymek için ayağındaki topukluları çıkardı. Eğer otopsi olmasa, bugün hep o topuklu ayakkabılar üzerinde olacaktı. Bu Mia' yı birazda olsa sevindirmişti. Doktor gelene kadar salonda cesetleri hazırlaması gerekiyordu. Hemen ağzına maskesini takarak soğuk hava dolaplarına yürümeye başladı.

Bu sabah gelen cesetler en başta olmalıydı. Cesetler hakkındaki bilgiler kapının kenarındaki arşiv dolabına konulurdu. Dolaptan aldığı belgelere baktıktan sonra 6 ve 11 numaralı alt alta gelecek şekilde konulan cesetlerden önce üstte olanı aldı ve salona sürükleyerek götürdü. Burada cesedi otopsi için hazırlamalıydı. Bu ceset kardeşlerden büyük olana aitti. Bıçaklandığı için bu aile izni alınmasına gerek duyulmadan yapılması gereken bir otopsi olacaktı.

Elindeki belgelerin ilk sayfasında şunlar yazıyordu; "Hukuksal incelemeyi gerektiren durumlarda otopsi isteği, ilgili savcı tarafından yapılır ve aynı zamanda bu istek bir emir niteliğindedir; adli otopsi, ceset üzerinde yakınların veya başka herhangi bir makamın izni gerekmeksizin yapılır. Otopsiyi yapmakla görevlendirilen doktorun bu görevi reddetmesi pratik olarak mümkün değildir." Mia, bütün kontrolleri yaptıktan sonra doktorun gelmesi gerektiğini düşündü. Doktor en fazla 3 dakikaya kadar gelmiş olacaktı. Klaus gelene kadar 3 dakikası vardı. Bu sabah duyduğu sesleri düşünebilmesi için yeterli bir süreydi.

Mia' nın asansörden indiğinde birinin ona seslendiğini duyduğundan emindi ama orada adının Engin olduğunu söyleyen adamdan başka kimse yoktu. Acaba bunun sabah duyduğu sesler ile bir alakası var mıydı? Yoksa bugün hissettiği garip duygular ile bunu kafasında uyduruyor muydu? Cesedin üzerindeki örtüyü kaldırarak kesilmiş olan boğaza baktı. Çok derin bir kesik olduğu belliydi ki zaten ölmesine bu sebep olmuş gibi duruyordu. Bu kadar kan kaybetmesi, büyük olasılıkla damarının kesildiğinin bir göstergesiydi. "Çok acı çektin mi? Yoksa kan kaybederken yitirmeye başladığın bilincin yüzünden bir şey hissetmedin mi? Bunu her zaman merak etmişimdir. Kardeşinin neden öldüğünü de merak ediyorum doğrusu. Bugün zaten pek iyi değil gibiyim. Yine bana biraz iyi geldin." dedi ve cesedin yanındaki sandalyeyi çekerek oturdu.

Her zaman yaptığı gibi doktor gelene kadar cesede derdini anlatmak ona boş bir duvara derdini anlatmaktan daha mantıklı geliyor üstelik anlattığı şeylerin kimselere söylenemeyeceğini biliyordu. Bunun rahatlığıyla elindeki bilgileri son kez gözden geçirirken "Benim yüzümden mi?" diye bir cümle kulaklarında yankılanıyordu. Bu sesi daha önceden duyduğuna emindi fakat bu doktorun sesine benzemiyordu. Doktorun sesi daha kalındı. Aynı zamanda da bu kadar nazik olamayacak bir karakter de yansıtmıyordu. İki saniye boyunca hareketsiz kalan Mia, kafasını kontrol ettiği kâğıttan kaldırarak salon kapısına baktı. Kapı şifre ile açılmaktaydı ve eğer açılırsa kapı sesini duyacağından emindi. Salonda onun dışında kimse yoktu.

Gözleri mermer masa üzerinde uzanan cesede takıldı. Cesette hiçbir tepki yoktu ve oldukça da soğuk duruyordu. Yine anlamlandıramadığı bir durum içine düşmüştü. Ona seslenen kimdi? Yoksa yine olmayan sesler mi duyuyordu? Kararsızdı. Bu, bugün duyduğu üçüncü sesti ve bu seferki uzun bir cümleydi. Mia, zihninde olanları sorgularken kapının açılmasıyla birlikte Dr. Klaus içeri girdi.